Yemek yemeyi nasıl yazılır ?

Kaan

New member
[color=]“Yemek Yemeyi Nasıl Yazılır?”: Bir Sofranın Hikâyesi[/color]

Merhaba forumdaşlar,

Bugün sizlerle biraz farklı bir hikâye paylaşmak istiyorum. “Yemek yemeyi nasıl yazılır?” diye düşündüm bir akşam; kelimelerin midede değil, kalpte sindiği o anlardan birinde. Çünkü bazen bir tabak çorba, bir parça ekmek ya da bir kahve kokusu; aslında birbirimizi anlamanın, bir sofrada buluşmanın dili oluyor. Yemek yemek, sadece bir ihtiyaç değil; kimi zaman bir özür, bir barış, bir veda ya da bir sevgi biçimi…

[color=]Sofra: Sessiz Bir Barış Alanı[/color]

Hikâyemiz küçük bir şehirde, rüzgârın akşamları deniz kokusunu taşıdığı bir mahallede geçiyor. Esra, otuzlu yaşlarında, duyarlı, insan ilişkilerinde güçlü bir kadındı. Her şeyi kalbiyle yapanlardandı; yemek pişirirken bile birini düşünür, tuzu o kişiye göre ayarlardı. Onun için “yemek yapmak” bir eylem değil, bir duyguydu.

Eşi Kerem ise bambaşka bir karakterdi. Planlı, analitik, adım adım düşünen bir mühendis. Hayatında her şey bir düzen, bir formül üzerine kuruluydu. Hangi malzeme ne kadar kullanılacak, sofrada kim nerede oturacak, hepsi hesaplıydı. Onun için yemek yemek, “günlük enerji ihtiyacını karşılamak” anlamına gelirdi.

Bir akşam, Esra uzun bir günün ardından sofra kurdu. Domates çorbası, patatesli börek ve yanına limonlu su… Kerem salondan gelirken, telefonundan iş mesajlarını okuyordu. Sofraya oturdu, kaşığı eline aldı, ama gözleri hâlâ ekrandaydı. Esra sessizdi; o sessizlikte bir şeylerin kırıldığını hissetti.

[color=]“Yemek Yemeyi Yazmak”: İki Dünyanın Kesişimi[/color]

O akşam konuşmadılar. Fakat ertesi gün, Esra bir şey yaptı. Mutfağa geçti, kalemini ve defterini aldı, masaya oturdu.

“Yemek yemeyi nasıl yazılır?” diye yazdı sayfanın üstüne.

Ardından başladı anlatmaya:

“Yemek yemek, bazen biriyle aynı tabaktan alabilmektir. Bazen de bir lokmayı paylaşmadan bile onunla doyabilmektir. Çünkü doyum her zaman mideyle ilgili değildir. Bazen kalbini doyurursun, bazen sessizliğini…”

Kerem, sabah işe gitmeden önce o defteri fark etti. İlk sayfayı okuduğunda, kelimeler bir anda mühendisliğin kesin çizgilerini eritti. Esra’nın duygularını sayfalarda görünce, o da kendince bir cevap yazdı:

“Yemek yemek, bir plan değildir. Ama her plan gibi içinde denge ister. Tuz fazla olursa boğar, eksik olursa anlamazsın. Tıpkı ilişkiler gibi.”

[color=]Bir Sofrada Öğrenilen Dil[/color]

O günün akşamı, Kerem eve erken geldi. Esra, sofrayı kurarken şaşırdı onu mutfakta görünce. Kerem bu kez sadece oturmadı; masaya iki tabak daha koydu.

“Bu akşam sadece yemek yemeyelim,” dedi, “konuşalım.”

Esra gülümsedi.

Kerem, her şeyin formülünü bilen adam, ilk kez duyguların tarifini okumaya çalışıyordu.

“Yemek yemeyi nasıl yazılır biliyor musun?” dedi Esra, kaşığını çorbaya daldırırken.

“Artık öğreniyorum,” dedi Kerem, “ama sanırım kelimeleri değil, seni dinlemem gerek.”

[color=]Kadınların Empatik Sofraları[/color]

Kadınların kurduğu sofralar çoğu zaman yalnızca yemek için değildir. Esra’nın da yaptığı gibi, o sofralar bir araya gelişin, affetmenin, anlatmanın mekânlarıdır.

Bir kadının “yemek yemeyi” yazışı, sevgiyle olur. Tuzuna biraz hatıra, suyuna biraz sabır katar. O sofrada sadece yemek değil, anlayış da pişer.

Empatik yaklaşım, sofranın sessiz öğretmenidir. Kadınlar, karşındakinin açlığını midesinden önce gözlerinden anlar. O yüzden Esra’nın hikâyesi, sadece bir yemek hikâyesi değildir; bir dinleme, bir fark etme hikâyesidir.

[color=]Erkeklerin Stratejik Sofraları[/color]

Kerem’in bakış açısı ise farklıydı. Onun için yemek, planlı bir süreçti. Enerji, zaman, verimlilik… Her şey hesaplıydı. Ama Esra’nın duygularını defterde okuyunca, stratejinin tek başına bir şey ifade etmediğini anladı.

Bir yemeği pişirmenin de, bir insanı anlamanın da bir planı yoktu aslında. Strateji, duygu olmadan eksik kalıyordu.

O an fark etti: Bazen “yemek yemeyi yazmak”, bir mühendisin en karmaşık formülünden bile zordu. Çünkü duyguların ölçüsü yoktu.

[color=]Bir Sofrada Barışmak[/color]

Günler geçti, Esra ve Kerem her akşam birlikte yemek yemeye başladı.

Telefonlar sustu, kelimeler çoğaldı. Artık yemek tarifleri bile birlikte yazılıyordu. Esra’nın defterinde yeni bir sayfa vardı:

“Yemek yemek, iki insanın aynı tabağa sığma çabasıdır.”

Kerem, bu satırın altına şunu ekledi:

“Ve bazen aynı tabağa sığamasan da, aynı sofrada kalabilmektir.”

O akşam sofranın üzerindeki mum titredi, ama sönmedi. Çünkü o ışık sadece masayı değil, aralarındaki anlayışı da aydınlatıyordu.

[color=]Forumdaşlara Davet: Sizce “Yemek Yemeyi” Nasıl Yazmalı?[/color]

Bu hikâyeyi paylaşmamın sebebi, aslında hepimizin kendi “sofralarını” nasıl kurduğunu sorgulatmak.

Sizce “yemek yemeyi” sadece bir eylem olarak mı yaşarız, yoksa bir duygunun, bir paylaşımın hikâyesi midir?

Biriniz için yemek, yalnızlığı bastırmanın yolu olabilir. Başkası için ise sevgiyi anlatmanın biçimi.

- Peki siz, “yemek yemeyi” nasıl yazarsınız?

- Sofranızda sadece yemek mi var, yoksa kelimeler, anılar, affedişler de mi pişiyor?

- Bir lokmanın ardında kaç duygu gizli sizce?

Belki de “yemek yemeyi” doğru yazmanın yolu, önce karşımızdakini anlamaktan geçiyordur. Çünkü bazen bir lokma ekmeği bölüşmek, bir cümleyi paylaşmaktan daha çok yakınlaştırır insanı.

Ve belki de bu yüzden, en güzel tarifler hep birlikte yazılır.

Yani belki de cevabı çok basit:

Yemek yemeyi, “beraber” yazılır.